19
Eyl
Siyasi iktidar ahlak ve aile değerlerini ileri sürerek kültür ve sanat alanında baskı ve sansürü artırıyor.
Son birkaç haftadır siyasi iktidar, kültür-sanat alanına yönelik topyekûn bir saldırıya girişti. Manifest grubunun konseri “hayasızca hareketler” iddiasıyla soruşturma konusu edilirken, Kadıköy’de bir metal grubunun üyeleri “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla tutuklandı. Kızılcık Şerbeti dizisine soruşturma açıldı, senaristi Merve Göntem gözaltına alındı. Mabel Matiz’in şarkısı “müstehcenlik” bahanesiyle erişime engellendi ve ardından hakkında suç duyurusunda bulunuldu. RTÜK, farklı dijital platformlardaki film ve dizilere “ahlak” ve “aile değerleri” gerekçesiyle para cezası verdi ve kataloglardan kaldırma kararı aldı.
Tüm bu adımlar, elbette sistematik bir kuşatmanın parçasıdır. Bu kuşatma; ekonomik kriz altında boğulan halka kulak tıkayan siyasi iktidarın, toplumdaki her farklı sesi, rengi ve itirazı susturma, politik özgürlükleri ve ifade hürriyetini abluka altına alma çabasıyla yaratılıyor. Topluma umut ve gelecek vaat eden hiçbir hikayesi kalmayan bu iktidar, yükselen her sesi, her sözü ve nihayetinde sanatın özgür ifadesini boğmakta çare buluyor. Hukuku ve anayasal kurumları kendi iktidarının birer sopası haline getiren bu zihniyet, RTÜK ve yargıyı birer düşünce polisi, birer ahlak zabıtası gibi kullanarak başta ifade özgürlüğü olmak üzere tüm politik özgürlükleri hedef alıyor. Biliyoruz ki niyetleri eleştiriyi, sorgulamayı, eşit ve özgür bir yaşam tahayyülünü imkansız kılacak boğucu bir sessizlik imparatorluğu kurmak.
Üstelik bu baskılar, “Aile Yılı” kisvesi altında meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bugün ülkede milyonlarca aile ağır ekonomik koşullar altında ezilirken, “aile yapısının korunması” söylemi sadece bir paravandan ibaret. Bu siyasi iktidarın derdi ne aileyi ne ahlakı ne de toplumu korumak. Asıl hedef, kadınların eşitlik mücadelesi, gençlerin özgürlük arayışı ve LGBTİQ+’ların varoluş hakkıdır. İktidarın ahlak ve aile söylemleri, kadını eve, genci itaate mahkûm eden; özgür varoluşları, kimlikleri, yönelimleri yok saymaya hizmet eden tek tipçi politikanın parçasıdır.
Fakat kimse umutsuzluğa kapılmasın. Şimdiye dek olduğu gibi tarih, ceberrut koltuk sahiplerini değil, sanatçıları hatırlayacak. Bu hakikat dersini yıllar önce Nazım Hikmet, Bursa Cezaevi’nde vermişti. Kendisini ayağına çağırıp tepeden bakan müfettişe Nazım, önce Ömer Hayyam’ı tanıyıp tanımadığını, sonra da Hayyam zamanında İran hükümdarının kim olduğunu sorar. Cevap veremeyen müfettişe tarihin şaşmaz hükmünü hatırlatır: “Şairi anımsadınız, hükümdarı değil. Yıllar sonra dönemin Adalet Bakanını ve sizi de kimse hatırlamayacak.”
Bugün de biz, o müfettişin ve adını kimsenin hatırlamadığı bakanın koltuğunda oturanlara sesleniyoruz: Yasak kararlarınız, soruşturmalarınız, kestiğiniz cezalar çürüyüp gidecek. Susturulmak istenen her şarkı, her söz ve her renk daha gür bir haykırışa dönüşecek. Bizler sanatçılar, gençler, kadınlar, demokrasi ve özgürlüklerden yana tüm yurttaşlar olarak bu karanlık kuşatmaya teslim olmayacağız. Ortak mücadelemiz ve dayanışmamızla bu baskı duvarlarını birlikte yıkacağız.