02
Haz
Belediyeler, Yerel Yönetimler Halkın Olacak
Kürt halkının eşit yurttaşlık mücadelesinde hukuki ve demokratik çözüm arayışlarının yeniden gündeme geldiği, kalıcı bir barış umudunun yeşerdiği tarihî bir dönemdeyiz. Ancak böylesi kritik bir eşikte, siyasi iktidarın yerel yönetimlere dönük baskıları artırma yönelimi, arzulanan demokratik siyaset zeminini aşındırıyor. Şimdiye dek olduğu gibi, bundan sonra da ‘Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz’ diyerek bu baskıların karşısında durmaya devam edeceğiz.
Bu tutumun açık göstergesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yargı eliyle yürütülen siyasi operasyonlardır. 19 Mart 2025’ten bu yana “yolsuzluk” kılıfına büründürülerek sürdürülen bu saldırılar çerçevesinde 226 kişi gözaltına alındı, 110 kişi tutuklandı. Şimdi ise yeni bir gözaltı dalgası daha başlatıldı. Gerçekte bu tablo, belediyenin halka sunduğu kamusal hizmetleri engelleme ve halkın oylarıyla göreve gelen yerel yönetimi işlevsizleştirme girişimidir.
Siyasi iktidar baskıyı yalnızca tutuklamalarla değil, sansürle de derinleştiriyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ses ve görüntülerinin toplu taşımada yasaklanması, halkın iradesinden duyulan derin korkunun ifadesidir.
Aynı baskı, Kürt halkı ve farklı toplumsal kesimlerin yerel demokrasiyi güçlendirme zemini olarak bir araya gelerek oluşturduğu Kent Uzlaşısı modeline yönelik saldırılarda da kendini gösteriyor. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in 205 gündür süren tutukluluğunun devamına karar verilmesiyle birlikte, Kent Uzlaşısı kriminalize edilip hedef haline getirilmeye devam ediyor.
Tüm bu baskılarla eş zamanlı olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kayyımlar istisnai hale gelecek” açıklamasıyla yerel yönetimler konusunda yeni bir sürece işaret etti. Elbette olması gereken budur; halk iradesinin üzerine bir karabasan gibi çöken kayyım rejimi derhal ve tamamen son bulmalıdır. Ancak bu açıklamayı izleyen ifadeler — “yerel yönetimlerde yeni bir düzen,” “yetki karmaşasının çözülmesi,” “il özel idarelerinin gözden geçirilmesi,” ve en önemlisi “belediyelerin mali kaynaklarının denetimi için merkezi kurumlara dayalı yeni bir yapı” kurulması — ortaya koyuyor ki: Yerel yönetimlerin kalan son yetkilerini de gasp etmek, kaynakları merkezileştirmek ve belediyeleri tamamen valiler ve merkezi bürokrasi aracılığıyla kontrol altına almak hedefleniyor.
Bu zihniyetin somut örneklerini şimdiden görüyoruz: Gençliğin en yakıcı sorunlarından biri olan barınma krizine çözüm üretmesi gereken siyasi iktidar, tam tersine belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisini elinden almakla meşgul. Mevcut KYK yurt kapasitesi İstanbul dışından gelen öğrencilerin yalnızca yüzde 30’unu karşılayabilirken, belediyelerin yurt açma yetkisini ortadan kaldıran yasa teklifleri komisyonlardan geçiriliyor. Aynı anlayışla, Şişli’de atanan kayyımın ilk icraatlarından biri, dar gelirli yurttaşlara ucuz yemek sağlayan Kent Lokantası’nın faaliyetini durdurmak olabiliyor.
Peki biz nasıl bir yerel yönetimi savunuyoruz?
Halkın aç, açık ve güvencesiz bırakıldığı bu düzeni kabul etmiyoruz. Beslenme, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarımızın kamusal bir hizmet olarak karşılanmasını savunuyoruz. Bu ihtiyaçların karşılanması için devletin, kamu kaynaklarının ve belediyelerin tüm imkanları seferber edilmelidir. Halk Ekmek, Halk Lokantası, Halk Market ve Et ve Balık Kurumu gibi kamu kurumlarıyla; devlet hastaneleri, okulları, öğrenci yurtları ve kreşleri aracılığıyla kamu hizmeti ülkenin dört bir yanına ulaştırılmalıdır.
İhtiyacımız olan, temel ihtiyaçlarımızın kamusal hizmet olarak karşılanmasından bizleri mahrum bırakan ve yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlayan düzenlemeler değildir. Aksine, ülkenin demokratikleşmesi ve toplumsal refahın sağlanması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve kamusal hizmetlerin yaygınlaştırılmasından geçer.
Bunun için;